16 Haziran 2015 Salı

KIYAMAYANLAR

Yas tutmak, kayıp ve yas süreci.. İnternette bu konuda kaynak çok fazla; kayıp nedir, yas süreci nasıl bir süreçtir, nasıl tepkiler verilir gibi gibi gibi.. Yasın nasıl tutulması gerektiğiyle ilgili kaynaklar bu kadar çokken benim asıl değinmek istediğim yasın tutulması gerekliliği, tutulamazlığı, tutturmayanlar, kıyamayanlar.. 

Kayıp yaşamış birinin yakını olmak çok zordur. Hasta yakını olmak gibi. Hasta değilsin ama kapsanmak desteklenmek için sana ihtiyaç var. Yas tutan kişinin de omuza, ordakinin varlığına ihtiyacı var ama zordur ordaki olmak. omuz olmak..

Bizim toplumumuz ne de korkar yastan. "Aman ağlama bak o seni görüyor, üzülür" deriz. Neden ağlamasın ki oysa ağlasın, tutsun yasını, yas tutulursa tamamlanır. "Üzülme" deriz oysa üzülsün; üzüntü kötü değildir ki neden korkarız bu kadar yakınımızdaki biri üzüldüğünde, kaybettiğinde, kızdığında?

"Sakinleştirici verelim bu böyle olmaz" deriz oysa o kişi o an ne kadar kıymetli bir kaybın ne kadar kıymetli acısını çekiyordur, neden alırız ki bunu elinden? Anılar konuşulur, ölüm konuşulur, "sus bak konuşma beni de üzüyorsun" deriz konuyu kapamaya, açılmaması için elimizden geleni yapmaya çalışarak. Oysa zihninde yaşatmaya, o yası tutmaya, konuşmaya, ölümle hesaplaşmaya ihtiyaç vardır; neden engelleriz ki?

Neden korkarız acaba bu kadar? Sürecin bizim derin mezarlarımızı, diplere gömdüklerimizi kazıp çıkarmasından mı?




4 Haziran 2015 Perşembe

Profesyonel Hayatta Duygu Yönetimi



     Avita Çalışan Destek Hizmetleri ve Nestle işbirliğiyle Duygu Yönetimi temalı bir söyleşide konuşmacı olma şansım oldu. Katılımcılarla temel duygulanımlarımızı, bunları yönetmek konusundaki zorluklarımızı, bu zorlukların altında yatan etkenleri ve profesyonel hayatta duygu yönetiminin nasıl sağlanabileceğiyle ilgili bilgi alışverişi gerçekleştirdik.
     Söyleşi sırasında çalışanların da paylaşımlarından anlaşılan temel zorluğun iş yaşamında duyguların ne kadar gösterilmesi gerektiği ve iş-özel yaşam dengesinin nasıl sağlanabileceğiyle ilgili soru işaretleri olduğunu gördük..  Herkes ne kadar da ürkmüş öfkesinden, kaygısından, üzüntüsünden.. Sanki çok korkunçlarmış gibi.. Duygu yönetmek derken aslında olumsuz duygulanımı hiç yaşamama ya da göstermeme halini duygu yönetimi zannetmişiz. Deneyimlediğimiz her duygunun aslında bir anlamı olduğu, bizim bu anlamı kendi içselliğimizde bulup yönetim konusunda çok daha efektif davranabileceğimizle ilgili örnekler üzerinden keyifli bir söyleşi gerçekleştirmiş olduk. Duygunun deneyimlenme şekli, süresi, yoğunluğu hepimiz için farklı. Haliyle duygu yönetiminin ne anlama geldiği de hepimiz için farklı. Duygunun tanımlanması ve yorumlanmasıyla ilgili temel bir yol haritasına ek olarak kişinin kendi içselliğinde anlam bulma çabaları için bu gibi söyleşiler ve kişinin bireysel terapi sürecinin önemi göz ardı edilemez gibi duruyor. Bu bağlamda kişilerin kendileri, şirketlerin de çalışanları için aldıkları bu destekler çok kıymetli olsa gerek.
     Bu gibi nice paylaşımlara..

2 Haziran 2015 Salı

Kronik Yorgunlar / Hurriyet IK'da benim de ufak bir katkımın olduğu çalışanlara dair önemli bir yazı

Son yıllarda çalışanların büyük bir kısmı yorgunluktan şikayetçi. Yorgunluk, kişinin iş ve özel yaşamında verimini, yaşam kalitesini düşürüyor, ayrıca iş kazalarına zemin hazırlıyor. Çalışma hayatındaki yorgunluğun temelinde stres, kaygı, ağır iş yükü, uzun çalışma saatleri yatıyor. İşyerlerinin ve bireylerin alacağı önlemlerle yorgunluğu yönetmek mümkün.

Herkesin zaman zaman yorgunluk yaşaması normal, ama yorgunluk süreklilik arz ettiğinde, kişinin özel ve iş hayatını olumsuz yönde etkilediğinde tehlike yaratıyor. Hepimizin yaşadığı ama çok da üzerinde durmadığı yorgunluk, hem iş hayatında verimliliği azaltıyor, iş kazalarına sebep oluyor hem de kişinin özel hayat kalitesini düşürüyor.

Kronik yorgunluk, ciddi organik bir bulgu veya önemli bir psikiyatrik hastalık olmadan en az altı ay süren, dinlenmekle düzelemeyen, kas ve baş ağrıları, uyku problemleri, dikkat problemleri gibi belirtilerle ortaya çıkan bir tür hastalık olarak tanımlanıyor.

Çalışanlardaki bu yorgunluk ve bitkinlik halinin işyerlerinde birçok olumsuz etki bırakabildiğini söyleyen örgüt psikoloğu Sibel Karamaraş, en sık rastlanan etkilerin konsantrasyon eksikliği, hata yapma oranında artış, performans düşüklüğü ve zayıf iletişim olduğunu söylüyor.

Yorgunluğu da yönetmek mümkün. Kişinin kendi yorgunluğu hakkında farkındalık sahibi olması, bunu azaltması ya da ortadan kaldırması için neler yapması gerektiğini bilmesi ve uygulayabilmesi ‘yorgunluk yönetimi’ olarak tanımlanabilir. 

Stres ve iş yükü birinci sırada
İş psikoloğu Nazım Serin, yorgunluğun, geniş bir tıbbi ve ruhsal hastalık yelpazesinin belirtilerinden biri olması nedeniyle toplumda yaygın bir problem olduğunu söylüyor: “Çalışma hayatında da yaygın olan yorgunluğun temelinde çalışanların yaşadıkları stres, kaygıya bağlı problemler gibi psikolojik nedenlerin yanı sıra ağır iş yükü, uzun çalışma saatleri, fazla seyahat ederek çalışma, yüksek sorumluluk altında olma gibi faktörler yer alıyor. Yorgunluğa yol açan tüm sebepler arasında psikolojik faktörlerin ağırlığı daha fazla. Bireylerde yorgunluğu ortaya çıkaran iş ve iş dışı çok sayıda sebep var. Uyku bozukluğu, beslenme yetersizliği, viral hastalıklar, tiroid hastalıkları, solunum sistemi hastalıkları, çeşitli ilaçlar, kanser, ruhsal travma, depresyon, stres, aşırı fiziksel aktivite gibi nedenler ilk akla gelenlerdir.” 

İş kazalarına neden oluyor
Yorgunluk, kişinin gerek iş, gerek iş dışı yaşamında (aile, sosyal ilişki alanı) verimini düşüren, yaptıklarından zevk almasını engelleyen ciddi bir sorun. Enerji kaybı, reflekslerinin yavaşlaması, muhakeme becerisinin yavaşlaması, odaklanmada zorlanma, uyuşukluk, eklem ve kas ağrıları gibi yorgunluğa bağlı çeşitli belirtiler kişinin yaşam kalitesini aşağı çekiyor. 

Ayrıca yorgunluk, iş yaşamında kazalara ve hatalara zemin oluşturuyor. Serin, özellikle şoförlerde, pilotlarda, makine başında çalışan işçilerde ve tehlike derecesi yüksek işlerde yorgunluğun iyi yönetilmesi hayati önem arz ettiğini söyleyerek, “İş yaşamında yorgunluğu yönetmek; yorgunluğu yaşayanlar, diğer çalışanlar ve müşteriler açısından can, mal, zaman ve enerji bakımından olumsuz sonuçlar doğmaması için gereklidir. Ayrıca yorgunluk, iş hedeflerinin tutturulamamasına, üretim ve hizmet kalitesinde düşmelere ve hatalara, motivasyon kaybına, iş süreçlerinin yavaşlamasına ve aksamasına yol açabilir. Dolayısıyla, giderek iletişim ve çatışma problemlerini besleyebilecek, bu nedenle de önlemi alınması gereken bir olgudur” diyor. 

Çalışan anneler daha çok dile getiriyor
Çalışan destek hizmetleri veren Avita’yı arayan danışanlar, dolaylı yoldan yorgunluktan şikayetçi oluyorlar.  İşyerlerindeki ve özel hayattaki sorumlulukların fazla gelmesi, ilişki-evlilik sorunları, iş ve özel yaşamdaki rollerden gelen sorumlulukların yönetilmesi gibi durumların yarattığı stresin sonuçları arasında yorgunluktan bahsediyorlar. Psikologların verdikleri bilgiye göre, en çok da evli ve çocuklu kadın çalışanlardan geliyor bu şikayetler. Uzman klinik psikolog Melis Kısmet, şunları söylüyor: “Özellikle iş stresi ve tükenmişlik, depresif belirtiler, iş-özel yasam dengeleme problemlerinin içerisinde halsizlik, yorgunluk kavramlarını sıklıkla duyuyoruz. ‘Hiç bir şey yapacak ve düşünecek halim yok’, ‘ne kadar uyusam da dinç kalkamıyorum’, ‘kafamda sürekli yapacak bir şeyler var ve bunları yapmaya enerjim yok’, ‘akşamları kendimi işten sonra hemen yatağa atıyorum ama ertesi gün yine yorgun hissediyorum’ gibi cümleler sık duyduklarımız arasında. Çalışanlar bedensel yorgunlukla daha rahat baş edebilirken başarısızlık, çaresizlik, üzüntü gibi duygulanımların tetiklediği yorgunluk hissini yönetmek konusunda zorlanıyorlar.”

Şirketler nasıl tedbirler alabilir?
Öncelikle yorgunluğun temel sebebi araştırılmalı ve ona göre adım atılmalı. Yetersiz ve kalitesiz uykuyla birlikte obezite, kalp hastalıkları ve depresyon gibi birçok rahatsızlık dahi yorgunluk sebebi olabilir ve bunların hepsinden dolayı şirket içi performans ve verimlilik de düşeceği için ciddi risk unsurları olarak görülebilir. Sibel Karamaraş, bunun önüne geçmenin yolunun işe alımdan sonra yapılan sağlıktaramalarında farklı formlar kullanılması olduğunu söylüyor ve alınabilecek diğer önlemleri şöyle sıralıyor:

- Genel sağlıklı yaşam davranışları ile alakalı farkındalık yaratmak adına şirket içi aktiviteler yapılmalı.
- Risk analizi yapılması ve ilgili eğitimler düzenlenmeli.
- Fazla mesai yapmayı gerektiren görev tanımları üzerinde çalışılmalı, vardiya programları analiz edilmeli
- Sağlıklı beslenmeyi destekleyen yiyecek ve egzersiz imkanları sunulmalı
- Çalışanların mola vermeleri teşvik edilmeli
- Wellness programları uygulanmalı
-  Tıbbi ve psikolojik desteklerle uyku ve diğer problemler değerlendirilmeli.

Bireysel olarak alınabilecek tedbirler
İş psikoloğu Nazım Serin, yorgunluğu önlemede veya azaltmada etkili olabilecek bazı hususları sıralıyor:

- Yetişkinler için günde 7 – 8  saatlik düzenli bir uyku önemli.
- Akşamları veya yatmadan önce yorucu aktivitelerden kaçınılmalı.
- Karanlık ve havalandırılmış bir ortamda uyulmalı. 
- Yatak ve yastık ergonomisi kişiye uygun olmalı.
- Düzenli egzersiz yapılmalı.
- Mümkünse gündüzleri bol ışıklı ortamda bulunulmalı.
- Akşamları günün yorgunluğunu atmak açısından ılık duş alınmalı.
- Akşamları fazla çay, kahve, sigara, alkol, yemekten kaçınılmalı.
- Kaygılı, karamsar, kolay sinirlenen yapıda olan kişilerin terapi desteği almasında yarar var.
- Medi-tasyon ve gevşeme teknikleri öğrenmek yarar sağlar. 

BABA OLMAYA DAİR



Babalar… Babalar bir ebeveyn olarak tek başına ele alınmaya çok alışık değiller. Bunca zaman konu ya anneler ya da annelerle birlikte babalar olmuştur çocuk gelişiminde. Eee, onlar da haklılar. Konu gerçekten hep anneler oldu. Anne çocuk ilişkisini konuşurken ayıp olmasın diye bir iki babalara da değinildi. Anne çocuk ilişkisinin önemini o kadar konuştuk ki babalar kendilerinin çok da bir şey yapmalarına gerek olmadığına, sadece eve ekmek getirmeye devam edebileceklerine, bunun yeterli olacağına inandılar. Ta ki anneler de eve ekmek getirmeye başlayana, eğitim düzeyi yükseldikçe ebeveynliğe dair bilimsel yazıları daha çok okumaya, bilgi alışverişi arttıkça ebeveynliğe dair konuşulmaya başlayana kadar.

Baba ekmek / oyuncak getiriyor olmanın ya da "baban kızar" denilen otorite figürü olmanın dışında neler yapıyor biliyor musunuz? Çocuk için empatik ilişkinin kurulabildiği güvenilir figür oluyor, belli bir yaş döneminde idealize edilen bir kahraman oluyor, anne-baba-çocuk üçgenini üçgen kılan kenar oluyor, annenin yardımcı partneri yani mutlu bir aile demek oluyor.

Çocuk gelişiminde babanın rolünü hangi açıdan ele alsak öneminin ne kadar göz ardı edilemez olduğunu görüyoruz. Çocuğun gerek fiziksel, gerek zihinsel, gerek duygusal gelişiminde babayla kuracağı güvenli bir bağ demek, çok şey demek. Babalar yalnızca işten eve geldiklerinde 15 dakikalık oyun arkadaşlığından çok daha önemli rolleri olduğunu görüyorlar. “Babalar yandınız siz” mesajı verilmeye çalışılmıyor bu yazıda tabi. Amaç biraz da babalara kendi rolleri konusunda bir miktar farkındalık kazandırıp süreç içerisinde daha aktif olmalarını sağlamak çünkü klınısyenler ve araştırmacılar diyorlar ki babalar çocuğun gelişiminde ne kadar önemli role sahip olduklarını duyunca çocuk gelişimi konusunda gayet motive oluyor ve babalıktan gerçek anlamda haz almaya başlıyorlar. Yani baba olmak yalnızca çocuk için önemli bir olgu olmaktan ziyade kişinin kendini tamamlamış hissetmesi noktasında da büyük önem arz ediyor. Baba-çocuk ilişkisinde çocuğuyla kurduğu bağın ne kadar güçlü ve güvenilir bir bağ olduğunu deneyimlemek kişiyi hem bir insan hem de bir erkek olarak yaşıyor gibi hissettiriyor. 9 yaşındaki kızının banyodan sonra saçlarını kurutup tarayıp yatıran baba o akşam kızı için ne kadar önemli olduğunu, ertesi gün sayesinde kızının saçlarının nasıl da dalgalı olacağını duydukça hayattan daha çok haz alıyor oluyor. Ya da 2 yaşındaki canavalardan korkan oğluna kendisinin yanında ona herhangi bir canavarın zarar veremeyeceğini söyleyen baba birinin hayatındaki en korunaklı figür olarak görülmenin tadını çıkarıyor. Bunlara ek olarak toplumun bir erkek için belirlediği en önemli rollerden birini başarıyla ve keyifle gerçekleştirdiğini deneyimleyen bir erkek hayatındaki hedeflerine ulaşabilmek konusunda kendisini güvende hissediyor ve daha emin adımlarla ilerliyor. Uzun lafın kısası baba olmak, aynı anne olmak gibi başlarda korkutucu olabildiği gibi sonrasında kişinin kendisini tamamlama yolunda attığı önemli adımlardan biri olarak deneyimlenmeye başlanıyor.

Baba ve çocuklar demişken, aralarındaki bağın aslında azımsanamayacak bir rolü olduğunu anlatırken annelerin bu süreçten nasıl faydalandıklarına değinmeden geçmemek lazım. Anne çalışan bir anne olsun ya da olmasın baba çocuk ilişkisinin kuvvetini gördükçe çocuk gelişimindeki sorumluluklarının korktuğu gibi olmayabileceğini, partnerinin aslında bu süreçte ne kadar yanında olduğunu görüyor ve ebeveynlikten iki taraf da tüm yorgunluklarının yanında haz almaya başlıyorlar. Ee bu haz ebeveynlerin ikili ilişkilerinde de önemli çatışmaların yaşanmasını önlüyor. Bu da yukarıda bahsedilen anne-baba-çocuk üçgenini daha sağlıklı kılıyor.


Babalığın çocuk için, kişinin kendisi için ve partneri için ne kadar önemli bir olgu olduğu gerçeğine bu yazıda kısaca değinmek istedim ama hayat bu yazıdaki gibi toz pembe olmayabilir. Çocuğunuzla ilişki kurmakta zorlanabilir, anne-çocuk arasına girip bunu bir üçgene çevirmek konusunda sıkıntı yaşıyor olabilirsiniz. Örneğin annesinden ayrıldığında ciddi kaygı yaşayan bir çocuk baba ne kadar yardımcı ve sürecin içerisinde olmaya çalışırsa çalışsın babasıyla yalnız kalmaktan kaçınıyor olabilir. Bu durumda anne-baba-çocuk ilişkisi ele alınmalı ve babanın neler yapabileceği konusu düşünülmelidir. Ya da bir başka örnekte baba çocuğuyla yalnız kalmaktan korkuyor, ona yetemeyeceği kaygısını taşıyor olabilir. Bunlar gibi bir çok örnek tüm süreci sandığınızdan daha zorlu yaşamanıza sebep oluyor olabilir. Çünkü baba olmak yalnızca sizinle ilgili değildir. Partnerinizle, çocuğunuzla, sizin kendi yetiştirilme tarzınızla da ilgilidir. Bu gibi sorunlar yaşıyor olmanız bir baba olarak sizin yetersiz bir ebeveyn olmanız gerçeğini değil belki süreci yönetmek konusunda profesyonel bir danışmanlık sürecinin işinize yarayabileceği anlamını taşıyor olabilir. Günümüzde ebeveyn danışmanlığı ebeveynlerin artan bilinç düzeyi ve yapılan araştırmaların sayısının çoğalmasıyla önemli bir destek kaynağı olmaktadır. Eğer sizin de baba olmaya dair paylaşmak istedikleriniz ya da merak ettikleriniz varsa bir uzmanla iletişime geçmekten çekinmeyin. Uzman desteği bu serüveni çok daha keyifli hale getirmenize yardımcı olabilir..

Uzm Klinik Psk Melis Kısmet